BENN II. Dünya Savaşı sonrasında dünya yeni bir bipolar güç yapısı altında şekilleniyordu.
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği (SSCB) arasındaki rekabet sadece askeri ve ekonomik alanlarda değil, aynı zamanda kültürel, ideolojik ve bilimsel alanlarda da belirleyiciydi.
Türkiye, stratejik konumu ve tarihsel deneyimi nedeniyle, bu yeni çağın kilit aktörlerinden biri olarak ortaya çıktı.
Bununla birlikte, Türkiye’nin bu dönemde pozisyonlarını anlamak, tamamen diplomatik veya güvenlik odaklı bir perspektiften daha fazlasını gerektirir.
Siyasi kararlar, kültürel ve sosyal değişiklikler ve eğitim ve bilimdeki gelişmeler paralel olarak ilerledi ve dinamik olarak etkileşime girdi.
Türkiye’nin Soğuk Savaş sırasında ABD ile uyumu, uzun süredir devam eden bir stratejik mantıktan kaynaklanmasına rağmen, Sovyet tehdidinin abartı ve anti-komünist endişelerin önceliklendirilmesi ile güçlendirildi.
Erken Cumhuriyetçi anti -komünizm sadece dış baskılara bir tepki değil, aynı zamanda sınıf çatışması fikrinden iç bir rahatsızlıktan da kaynaklandı.
Bütünleştirici bir çerçeve olarak tasarlanan popüler egemenlik ve sosyal entegrasyon ilkeleri, hem retorik hem de yasal olarak sınıf ayrımlarını reddetti.
Türk Bağımsızlık Savaşı, Sovyet Rusya ile kısaca işbirliğini teşvik etmesine rağmen, bu ortaklık hızla soğudu.
Lausanne’de Türk delegeleri Sovyet görüşlerine hizalanmadılar ve daha sonra Türkiye’nin dış politikasında yeniden ortaya çıkacak erken bir mesafeye işaret ettiler.
Diğer akademisyenlerin vurguladığı gibi, bu yaklaşım Türkiye’nin Truman doktrinine ve Marshall planına dahil edilmesinde belirleyiciydi.
Gürcü profesörler tarafından yayınlanan makaleler “Izvestia” gazetesi Ve Selim Sarper ve Vyacheslav Molotov arasındaki boğazlar ve temel talepler hakkındaki tartışmalar sadece diplomatik pazarlık stratejileri olarak değerlendirilemez; Bu gelişmeler Türkiye içindeki stratejik endişeleri güçlendirdi ve ABD’ye yönelmesini hızlandırdı
Batı ile bu yakın ilişki de çok partili bir demokratik sisteme geçişle çakıştı.
Demokratikleşme süreci sadece iç siyasi ihtiyaçlar tarafından değil, aynı zamanda uluslararası topluluğa entegrasyon ve katılım gibi dış faktörler tarafından da körüklendi. San Francisco Konferansı.
Yine de, bu süreç komünist karşıtı ideolojinin egemenliği altında özgürlük için sınırlı bir alan yarattı.
Tan gazete baskını, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi olayları ve 1951 Komünist tutuklamaları, kamu yararları ile sermaye seçkinlerinin çıkarları arasındaki gerilimi açıkça ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye’deki demokrasi, aynı anda iç kontrol ve baskı mekanizmalarını getirirken, Batı ile ittifaklar için bir araç olarak şekillendi.
Bu sınırlı demokratikleşme, Türkiye’nin siyasi dönüşümünün popüler katılımı genişletmek ve Batı’ya güvenilirliği göstermekle ilgili daha az olduğunu ortaya koyuyor.
Eski Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın “Türkiye için en büyük tehdit komünizm” ifadesi, sadece askeri seçkinlerin duruşunu değil, aynı zamanda devlet cihazının daha geniş perspektifini de kapsülledi.
Bu ifade, anti-komünizmin sadece bir dış politika hizalaması olarak değil, aynı zamanda sosyal kontrolün iç mekanizması olarak nasıl hizmet ettiğini ve alternatif siyasi seslerin baskısını meşrulaştırırken demokratik küreyi daralttığını göstermektedir.
Stratejik bir araç olarak bilimsel etkinlik
Türkiye’deki Soğuk Savaş sırasında bilimsel faaliyetler hem ulusal hem de uluslararası politikalar için belirleyici bir araç haline geldi. ABD destekli sosyal bilim araştırmaları akademik üretime rehberlik etti ve üniversitelerde davranışsal ve ampirik yaklaşımları teşvik etti.
Rockefeller, Ford ve Carnegie vakıfları tarafından finanse edilen araştırma, Türkiye’nin sosyal bilimlerinde nicel ve deneysel yöntemlerin benimsenmesine katkıda bulundu ve akademisyenleri ölçüm uzmanlarına dönüştürdü.
Bu gelişme ABD etkisini sadece akademik alanlarda değil, aynı zamanda kültürel ve politik karar verme süreçlerinde de etkiledi.
ABD ve SSCB’nin Türkiye’de bilimsel araştırmalar yapmasının temel nedeni sadece akademik merak değil, daha ziyade stratejik etki, ideolojik propaganda ve jeopolitik avantajdı.
ABD, Türkiye’yi Sovyetlere karşı bir tampon bölge ve NATO’nun güney kanadında anahtar bir nokta olarak gördü ve değerlerini ve yöntemlerini akademik ve toplumsal yapılara gömmeyi amaçladı.
Benzer şekilde, SSCB, sınırlı araştırma girişimleri ve destek programları yoluyla etki alanını ve Batı etkisini karşı koymaya çalıştı.
Özellikle, Ankara’nın Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) yapılan araştırmalar, Chicago okulunun etkisi altında saha çalışmasını vurgulayarak kırsal çalışmalar ve sosyolojide bilimsel çalışmalar üretti.
1950’lerden itibaren, Le Play School ile birlikte nicel metodolojinin ön planı, Amerikan modelinin Türkiye’nin sosyoloji ve psikoloji araştırması üzerindeki etkisini göstermektedir.
Bu bağlamda, sosyal bilimler sadece teorik bilgi üretimi olarak değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik karar alma süreçlerini bilgilendirmek için toplumsal davranışları ölçen mekanizmalar olarak da işlev gördü.
Kamu yönetiminde de benzer bir etki gözlemlenebilir. Osmanlı döneminden bu yana Fransız köklü bir yasal yaklaşımı benimseyen Türkiye, 1950’lerden itibaren Amerikan Kamu Yönetimi modeline dönmeye başladı.
1952’de Türkiye Kamu Yönetimi Enstitüsü’nün (Todaie) kurulması, New York Üniversitesi ve Ankara’nın Siyaset Bilimi Fakültesi arasındaki ikili anlaşmalarla kurulması, ABD’nin kurumsal düzeyde etkisini güçlendirmeye katkıda bulundu.
Aynı zamanda, Birleşmiş Milletler Barker raporu, daha az gelişmiş ülkelerde kalkınma odaklı akademik çalışmaları teşvik ederek Todaie gibi enstitülerin oluşturulmasını teşvik etti.
Üniversiteler sadece bilimsel faaliyetler için değil, aynı zamanda Türkiye’deki Soğuk Savaş sırasında ideolojik ve kültürel etkileşimlerin de merkezi idi.
1950’lerin ikinci yarısında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin (ODTU) kurulması, Robert Koleji’nin bir üniversiteye dönüşümü ve Ataturk Üniversitesi’nin kuruluşu, ABD Üniversitesi modelinin Türkiye’deki uyarlamasını yansıtıyor.
Bu süreç sadece eğitimi değil, aynı zamanda mühendislik ve mimarlık gibi teknik disiplinleri de modernize etmeyi ve Türkiye’nin Batı’ya ideolojik ve politik yakınlığını da yansıtmayı amaçladı.
Kültürel girişimler benzer şekilde bilimsel merkezler aracılığıyla yönlendirildi. Usia ve Usis aracılığıyla yürütülen ABD kültürel programları, Türkiye’nin akademik ve entelektüel çevrelerini etkiledi, kütüphaneler, değişim programları ve Fulbright bursları gibi girişimlerle bilgi üretimi ve kültürel değişim odaklı hale getirdi.
Bu mekanizmalar Türkiye’nin Batı ile ittifakının hem ideolojik hem de akademik boyutlarını güçlendirdi.

1950-53 yılları arasında Kore Savaşı sırasında Kuzey Kore’ye karşı savaşan iki Türk askerini gösteren bir fotoğraf. (Arşiv fotoğrafı)
Akademik, toplum ve ideolojik dinamikler
Akademik merkezler etrafında siyasi düşünce de gelişti.
The magazines Fikir Hareketleri by Huseyin Cahit Yalcin, Hur Fikirler by Ali Fuat Basgil and Ahmet Emin Yalman, and Ankara University’s Faculty of Political Science Forum reflected the ideological ramifications of Türkiye’s alliance with the West.
Bu yayınlar, aşırı komünist karşıtı uygulamaları eleştirirken, genişletilmiş emek haklarını desteklerken ve Batı merkezli demokratik modellerle etkileşime girerken liberal ve özgürlük odaklı demokrasiyi savundu.
Forum çemberi, ideolojik olmayan sosyal taleplere görünürlük kazanırken liberal demokrasinin ve Batı ittifaklarının güçlendirilmesini destekledi.
Dine yönelik düşünce, bilimsel ve kültür merkezleriyle de kesişti. Sebilurresat, buyuk dogu, İslam dünyası ve Selamet gibi dergiler, dini odaklı grupların Soğuk Savaş politikaları ve Türkiye’deki ekonomik gelişmelerle ilgili konumlarını yansıttı.
Bu hareket, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine, ekonomik zorluklara ve Türkiye’de kapitalizmin kurulmasına yanıt olarak, ortak odağını denetlerken ve milliyetçi bir çerçeve içinde ABD yanlısı bir dış politika eğilimi gösteren çelişkili ve dağınık fikirler üretti.
Soğuk Savaş Türkiye’de, bilimsel ve akademik üretim teorik bilginin ötesine uzanıyor ve sosyal ve politik yapıları şekillendiren bir mekanizma haline geldi.
Akademik merkezler, veri ve bilgi üretimi yoluyla siyasi karar verme süreçlerini doğrudan etkiledi ve kültürel ve sosyal dönüşümlere yol açtı.
ABD, özellikle sosyal bilimler, kamu yönetimi, mühendislik ve kültürel programlar aracılığıyla, Türkiye’deki bilimsel paradigmaları ve sosyal normları yeniden şekillendirerek Batı ile ittifakın stratejik, ideolojik ve kültürel boyutlarını güçlendiriyor.
Nihayetinde, Türkiye’nin Soğuk Savaş politikası sadece askeri ve diplomatik kaygılarla açıklanamaz.
Bilimsel ve akademik faaliyetlere paralel olarak ortaya çıkan siyasi ve sosyal değişiklikler; Üniversiteler, araştırma enstitüleri ve kültürel programlar, hem ulusal hem de uluslararası politikaları şekillendiren bir ağın merkezinde yer aldı.
Bu anlamda, Demokratikleşme, Kültürel Modernizasyon ve Türkiye’de bilimsel üretim, Batı ile ittifakının hem aracı hem de sonuçları olarak görülebilir.
Soğuk Savaş’ta bilim, siyaset ve toplumun etkileşimi Türkiye sadece tarihsel analiz için değil, aynı zamanda çağdaş akademik ve politika çalışmaları için de değerli bilgiler sunar.